28 Eylül 2019 Cumartesi

1984 – GEORGE ORWELL


 

Yazar: George Orwell

Çevirmen: Celal Üster
Yayınevi :Can Yayınları - Dünya Klasikleri Dizisi
Sayfa sayısı: 328
Karakterler: Büyük Birader, Winston Smith, Julia, Emmanuel Goldstein, O'Brien, Syme
Türler: Bilim Kurgu, Sosyal Bilim Kurgu, Distopik Kurgu, Politik Kurgu
İlk Yayınlanma Tarihi: 8 Haziran 1949

KİTABIN TANITIMI:
İngiliz yazar George Orwell’in 1949 yılında yayımlanan ve kısa sürede kült mertebesine erişmiş eseri 1984, 1949 yılında yayımlanmıştır. Distopya türünde bir roman olan 1984, “Büyük Birader”, “Düşünce Polisi”, “101 Numaralı Oda”, “2+2=5” gibi çeşitli terminolojileri ve kavramları günümüz lugâtına dahil etmiştir. George Orwell kitapları arasında en çok bilinen eserdir.
Romanın adı “Avrupa’daki Son Adam” ismiyle yayımlanmak istenmiştir fakat Orwell’ın yayıncısı başarılı bir pazarlama stratejisiyle kitabın adını Bin Dokuz Yüz Seksen Dört olarak değiştirmiştir.
Roman, II. Dünya Savaşı’ndan sonra oluşan totaliter rejimlere ağır bir eleştiri niteliğindedir ve romandaki alegoriler ve semboller bu totaliter devletleri işaret etmektedir.
George Orwell 1984 kitap özeti kısaca belirtilmek gerekirse romanın dünyası üç ayrı rejimle yönetilmektedir: Okyanusya, Avrasya ve Doğu Asya... Sovyetler Birliği’ni andıran Okyanusya, düşünmeden itaat eden  ve Büyük Birader adında birine bağlılıkları olan halkın yaşadığı devlettir. Toplumdaki tüm insanların hareketleri, düşünceleri ve davranışları izlenmektedir. Bir yeraltı örgütü olan muhalif özellikteki Kardeşlik ve bu örgütün lideri Goldstein, bu toplumun düşmanı olarak görülür. Romanın baş karakteri Winston’ın çeşitli olaylara dahil olmasıyla roman, okuyucuların akıllarında birtakım soru işareti bırakacaktır: Büyük Birader ve Goldstein gerçekten yaşıyorlar mıdır?
Can Yayınları’yla özdeşleşmiş kitaplardan biri olan 1984, Utku Lomlu’nun minimalist kapak çalışmasıyla günden güne artan bir okuyucu kitlesi edinmektedir. Eserin tercümesinde Hayvan Çifliği’nde olduğu gibi yine Celal Üster yer almaktadır.
Eser, her ne kadar Aldous Huxley’nin Cesur Yeni Dünya adlı eseri ile birlikte distopik roman alanında en iyi bilinen kitaplar olsa da distopya türünün yaratıcısı Rus yazar Yevgeni Zamyatin’dir ve yazarın kitabı “Biz” (1920); 1984’ün, Cesur Yeni Dünya’nın ve Ursula K. Le Guin’in Mülksüzler adlı eserinin ilham kaynağıdır.

KİTAP YORUMUM:


Merhaba :)

Hayat nasıl gidiyor? Benim üniversite başladı, ilk haftayı hızlıca devirdik bile. Artık daha çok uyumluyum, daha çok insan tanıyorum, meslek bilincim oluşmaya başladı. Hatta Türk Hemşireler Derneği Öğrenci Komisyonu Ankara Üniversitesi temsilciliğine katıldım geçen dönem. Onun bu yılki ilk yönetim toplantısını gerçekleştirdik. Çok güzel işler yapacağız. İnstagram sayfamızı da takip edebilirsiniz. Özellikle hemşireler takip etmeli :)


Kitaba gelirsek, yorumunu yazarken zorlanacağım sanırım. Böyle ünlü olmuş ve çok düşünülmesi gereken kitapların yorumunu yazarken zorlanıyorum. Cesur Yeni Dünya yorumunu da yazmıştım. Onda da öyle oldu. Kitabın bana hissettirdiklerini ve okurken düşündüğüm şeyleri yazıyorum hepsi benim görüşüm yani.

Kitapta, baskıcı bir rejim var. Parti denilen bir sistem var, sürekli çarpıtılan değiştirilen haberler var, her daim izleyen büyük birader var, özgürlüğün imkansız olduğu bir düzen var, aşık olmanın, sorgulamanın yasak olduğu bir dünya ve  hatta düşünce suçu bile var.

Parti’nin sloganı:
SAVAŞ BARIŞTIR
ÖZGÜRLÜK KÖLELİKTİR
CAHİLLİK GÜÇTÜR.


Kitabın ana kahramanı Winston. Winston’ın şüpheleri var sistem hakkında ve bunu saklamaya çalışıyor. Her distopyada olduğu gibi karşı çıkılan bir sistem bu. Ama başkaldıran çok az. Herkes büyük biraderden korkuyor, onun her daim izlediğini biliyor. Düşüncede bile karşı çıkmak, en ufak memnuniyetsiz mimik o kişinin ceza almasına sebebiyet veriyor.


Çocuklar ebeveynlerini bile inceleyip, en ufak şeyde gözünü kırpmadan şikayet edebiliyorlar. Sonra o kişiler yok ediliyor. Çocukluktan başlayarak zehirliyorlar yani. Ben bunu okuyunca duygulandım, çok ürkütücü bence.

Yeni söylem diye bir şey var. Artık diller değiştiriliyor, sadeleştirme yapılıyor. Gereksiz duygusal sözcükler, özgürlükle ilgili kavramlar, Parti’ye uygun olmayan her türlü kavram siliniyor.

Winston, haberlerin değiştirildiği, verilen emre göre yeniden yazıldığı bir kısımda görev yapıyor. Yani tarihi her seferinde baştan yazıyorlar. Büyük Birader ne derse ona göre yapılıyor. O, şu ülkeyle savaştayız diyorsa öyle, uçakları biz yaptık diyorsa öyle yani. Hepsi onun emrine göre yeniden düzenlenip yayınlanıyor. Gerçek tarih yok. Ya aslında bizde de haberler objektif değil bazen. Tarihin gizli veya değiştirilmiş gerçekleri illaki vardır. Ama kitap bunun çok üst levelı. Çok korkutucu değil mi? Her şey yalan yani. Her şey tek bir kişinin yönetiminde düzenleniyor. Herkes ona ayak uydurmak zorunda yoksa buharlaştırılıyor.

Parti’nin iç ve dış kısımları var. İçtekiler daha çok bilgi sahibi ve kesinlikle sorgulamadan her şeye uyan insanlar. Dıştakiler de Winston gibi gelip işini yapan sonra kurallara uyup yaşamaya gayret edenler. Bir de proleterler var. Onlar partinin kurallarına uymak zorunda değil. Onlar da denetleniyor ama genelde serbestler.

Proleterler dışlanmış insanlar ve fakirler tabi. Sesleri çıkmıyor. Ama Winston onlar ses çıkarsa, baş kaldırsalar her şeyi değiştirebileceklerini düşünüyor.

Winston, bu düzeni sevmiyor. Her daim izleniyor olma düşüncesi onu rahatsız ediyor. Özgürlük istiyor. Baskıcı rejimden kurtulmak istiyor. Sevmek, zevk alarak bir şeyler yapmak, özgürce dolaşmak istiyor. 


Evlerde bile tv deki kameradan izleniyorlar. Sabah sporlarına kesin katılım yapıyorlar. Zorlandıkları şeyler var mutlaka.

Herkes olanları görüyor, gerçekleri biliyor. Ama Büyük Birader ne derse o doğru kabul ediliyor. Böyle bir hayat var. Kişisel haklar kısıtlı. Düşününce böyle bir dünyada yaşamak istemez kimse. İzlenmek, takip edilmek, düşüncenin ve mimiklerinin bile suç sayılabildiği bir dünyada yaşamak çok korkunç…

Görev bilinci var. Herkes görevini yerine getirip, partiye uygun yetiştirilen çocuklar olması için evlenip çocuk yapıyor. Kesinlikle duygusal ilişki söz konusu değil. Zevk almak da yasak. Her şey görev bilinciyle yapılmalı. Winston da evlenmiş ama bir süre sonra ayrı yaşamaya başlamışlar. Boşanmaları yasak ama ayrı yaşayabilirler. Ne değişik bir şey demi?

Daha sonra Winston, Julia diye bir kadınla tanışıyor. Kadın ona gizlice mesaj iletiyor. Gizli bir bölgede buluşuyorlar. Tanışıyorlar, seviyorlar birbirlerini. Julia da Winston gibi düşünüyor. Her şeyi tam yapan kişilerden ama beyninde isyan ediyor. Her şeye tam anlamıyla uyarsam fark edilmeden istediğimi yapabilirim diye düşünüyor. 

İlerleyen zamanlarda birbirlerini daha çok görmek ve birlikte olmak istiyorlar. Bir ev tutuyorlar proleterlerin bölgesinde. Her şey düzgün gidiyor gibi görünse de aslında tepetaklak olmuş bile. Değişiyor hayatları hem de feci yönde…

Sonunu az çok tahmin etmiştim ama aslında çok ters köşe yapmış yazar. Çok farklıydı, çarpıcıydı.

283.sayfada Winston düşünceden geçenleri, ona engel olunamayacağını söylüyor. Belleğin denetim altında tutulamayacağını. Oraları okumak değişik hissettirdi. Üzücüydü. Winston haklı ama karşısındakiler onu anlamadı, beyinleri tek bir gerçeğe odaklandığı için. Anlamadılar.


Parti, düşmanlarını yani ona karşı çıkan herkesi öldürmez değiştirmeye çalışır önce. 289.sayfada ise bunun nedenini açıklıyor. Önce kendilerinden biri yapıp sonra onların özgür iradeleriyle suç işlediklerini kabul edip ölmek istemelerinden bahsediyor. Her şey şeytanice planlanmış. Karşı çıkan insanları da fikirlerini de dünyadan siliyorlar.

İnsanları kolayca manipüle ediyorlar, inançlı bireyler yapıyorlar. Partiye ihanet etmeyen, aklından bile karşı çıktığı bir düşüncenin geçmediği köleye dönüşmüş insanlar oluşturuyorlar. Belki bazıları karşı çıkmayı başarıyor, sorguluyor ama yine de sonunda hep aynı şey oluyor Büyük Birader’i seviyorlar ve Parti’ye asla ters davranmıyorlar…

Kitabın sonu beni çok sarstı. Üzüldüm, etkilendim. Bu insanlar niye böyle dedim. Hep baskı zulüm kurarak elde ediyor insanlar istediklerini. Tek hakim kendisi olmak istiyor. Olamazsa da hakimiyet kuran kişinin kölesi olup, aciz durumdakilere zulmediyor.

Evet dünya böyle. Acı gerçek. Kitapta baskıcı, diktatörlüğün olduğu, özgürlüğün zerresinin olmadığı, mutluluğun, aşkın, sevginin olmadığı bir distopya var. Okuyunca sarsılıyor insan. Her okuyan farklı düşünür hisseder. Tekrar okuduğumda ben de bambaşka şeyler hissederim belki. Gerçek olamaz bu kadarı da yaşanmaz denilebilir. Ama aslında şöyle bir düşününce biz de az da olsa öyle bir dünyada değil miyiz?

İnsanlar köle gibi çalışıyor, paranın ve makamın kölesi oluyor. Aile ilişkileri sarsılıyor. Çocuklar ebeveynlerine saygı duymuyor. Sadakatsizlik hat safhada. Aşkın ve sevginin kıymeti yok. Herkes yalancı ve çıkar peşinde. Birisi ne diyorsa araştırmadan ona inanıyoruz ve peşinden ilerliyoruz. Dünya kötüye gidiyor. İnsanlar kudurmuş.

Haberleri izleyince içimiz bunalıyor. İyi şeyler azaldı. Kötülük etrafta kol geziyor. Görmezden gelip yaşamak lazım, o kolay. Ama bir yerden sonra görmezden gelmek zorlaşıyor.


Çevreye uyum sağlamalıyız ama uyum sağlarken benliğimizi kaybediyoruz. Toplumun kabul ettiği çerçevede yaşıyoruz. Kendi isteklerimiz, mutluluğumuz baltalanıyor. Karşı çıkmak istesek de çoğumuz bunu yapamıyoruz çünkü köle olup yaşamak basit geliyor. Düşünmek, sorgulamak ağır…

Kitap çok şey düşündürttü. Sorguladım dediklerimi ve kelimelere dökemediğim şeyleri. Gerçekler tokat gibi çarpıyor. Eninde sonunda susup kabullenmek zorunda olmak acıtıyor.Kitabı herkes okumalı ve üstünde düşünmeli bence. filmi de varmış. sonra izlerim.

Keşke diyorum, insanlık daha kötüye gideceğine iyiye gitse. Anlaşmak, sevmek, yaşamak bu kadar zor olmasa. Sevgiyle yaşasak, kavga gürültü baskı olmadan, diktatörlük, savaşlar olmadan. Çok mu zor? Birbirimizi kabul edip, birey olarak görüp, kişisel hak ve özgürlüklerimize saygı duyarak yaşamak çok mu zor?


Kitap bir distopya, gerçekleşmesi zor, uçuk düzeyde belki. Ama yine de dediğim gibi abartıları çıkartıp sakin düşününce biz de öyleyiz. Bir şeyi savunmak, bir şeye inanmak, bir şeyi düşünmek, sorgulamak ağır bir sonuca sebep olabiliyor bazen.

Yine de umutluyum gelecekten. Belki akıllanırız ha? Siz ne dersiniz?


*ALINTILAR*

Savaşın asıl yaptığı, yok etmektir; ama ille de insanları yok etmesi gerekmez, insan emeğinin ürünlerini de yok eder.
***

İnsan, ardında tek bir iz bile, bir kağıt parçasına karalanmış tek bir adsız sözcük bile bırakmadıktan sonra, geleceğe nasıl seslenebilirdi?  (Sayfa 51)
***
Geçmişi denetim altında tutan, geleceği de denetim altında tutar; şimdiyi denetim altında tutan, geçmişi de denetim altında tutar. (Sayfa 59)
***
Savaş görüleceği gibi, artık tümüyle bir iç sorundur. Eskiden, bütün ülkelerin egemen kesimleri, ortak çıkarlarını bilerek savaşın yıkıcı gücünü sınırlandırabilmelerine karşın, birbirleriyle gerçekten savaşırlar ve savaştan zaferle çıkan her zaman yenik düşeni yağmalardı. Günümüzde ise asla birbirlerine karşı savaşmamaktadırlar. Savaş her egemen kesim tarafından kendi uyruklarına karşı verilmektedir ve savaşın amacı toprak ele geçirmek ya da toprak yitirmeyi önlemek değil, toplum yapısının değişmeden sürmesini sağlamaktır. (Sayfa 230)
***
Bir doğru vardı, bir de doğru olmayan; doğruya sarıldığın zaman, tün dünyayı karşına bile alsan, deli olmuyordun.  (Sayfa 249)
***
İnsan, sevilmekten çok anlaşılmayı istiyordu belki de. (Sayfa 286)
***
Kimse devrimi korumak için diktatörlük kurmaz, diktatörlük kurmak için devrim yapar. (Sayfa 298)
***
İnsan, kendi belleği dışında hiçbir kayıt olmayınca en belirgin
gerçeği bile nasıl kanıtlayabilirdi ki?
***
Hiçbir şeyi kavrayamadıkları için hiçbir zaman akıllarını kaçırmıyorlardı.
***
"Küçük kurallara uyarsan, büyük kuralları çiğneyebilirdin."
***
Eski despotluklar, “Şunu yapmayacaksın, bunu yapmayacaksın” diye buyuruyordu. Totaliterler, “Şöyle yapacaksın, böyle yapacaksın” diye dayatıyorlardı. Biz ise, insanlara “Sen aslında şusun, aslında şöyle düşünüyorsun, şuna inanıyorsun” diye bastırıyoruz.



11 yorum:

  1. büyük birader seni izliyoooooo :) zor kitap ama önemli yaaa ve güncel de de miiii :) bak bunun filmi var o da iyiii :) sağlam kitaplar okuyore seeen :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. evet teşekkürkler böyle klasikleri okumayı seviyorum. bakış açısını genişletiyor.
      filmini de izlerim :)

      Sil
  2. merhaba, paylaşımınız için teşekkürler.uzun zamandır sepete ekleyip sonra başka kitaplar alyorum. Alıp okusam iyi olacak

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. evet artık öne çekin. cesur yeni dünya, 1984, biz, hayvan çiftliği vs. bunlar okunmaya öncelik verilmesi gerekenlerden :))

      Sil
  3. evet öyle maalesef. insanlar zor ya..

    YanıtlaSil
  4. 1984 ü iki defa okudum. Kitapla ilgili günümüze taşıdığınız tespitler çok yerinde olmuş. Tebrikler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. teşekkür ederim fikirlerimi anlatabildiğime sevindim :) beğenmenize de .

      Sil
  5. 1984'ü birkaç yıl önce birkaç blogger okuma etkinliği düzenleyip okumuş ve yorumlamıştık. Hepimizi etkileyen bir eser olmuştu. Benim George Orwell sevgimi arttıran bir kitaptı. O günden sonra yazarın bütün kitaplarını okuyacağım demiştim, okumaya çalışıyorum. Paris ve Londra'da Beş Parasız kitabını da çok severim. Okumadıysan öneririm.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. yazarın okuduğum ilk kitabı buydu. o kitabını da okurum inşallah. ben de sevdim. okuyacağım :))

      Sil
  6. Çok güzel bir kitap yorumu olmuş. 1984 beni çok etkileyen bir kitap olmuştu. Kitap bir distopya, ama gerçek hayatta da kitapta yaşananlar büyük oranda gerçekleşiyor maalesef.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. teşekkürler. kitap beni de etkiledi bayağı. dediklerinize katılıyorum :)

      Sil

Değerli Okuyucular:
Lütfen yorumlarınızda küfür, argo ve ahlaksızlık kullanmayınız!!!
Onların haricinde her türlü eleştiriye açığım :)
Yorumlarınız denetlendikten sonra yayınlanacaktır!

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...