Yazar: George Orwell
Çevirmen: Celal Üster
Yayınevi :Can Yayınları - Dünya Klasikleri
Dizisi
Sayfa sayısı: 328
Karakterler: Büyük Birader, Winston Smith,
Julia, Emmanuel Goldstein, O'Brien, Syme
Türler: Bilim Kurgu, Sosyal Bilim Kurgu,
Distopik Kurgu, Politik Kurgu
İlk Yayınlanma Tarihi: 8 Haziran
1949
KİTABIN TANITIMI:
İngiliz yazar George Orwell’in 1949 yılında yayımlanan ve kısa
sürede kült mertebesine erişmiş eseri 1984, 1949 yılında yayımlanmıştır.
Distopya türünde bir roman olan 1984, “Büyük Birader”, “Düşünce Polisi”, “101
Numaralı Oda”, “2+2=5” gibi çeşitli terminolojileri ve kavramları günümüz
lugâtına dahil etmiştir. George Orwell kitapları arasında en çok bilinen
eserdir.
Romanın adı “Avrupa’daki Son Adam” ismiyle yayımlanmak
istenmiştir fakat Orwell’ın yayıncısı başarılı bir pazarlama stratejisiyle
kitabın adını Bin Dokuz Yüz Seksen Dört olarak değiştirmiştir.
Roman, II. Dünya Savaşı’ndan sonra oluşan totaliter rejimlere
ağır bir eleştiri niteliğindedir ve romandaki alegoriler ve semboller bu
totaliter devletleri işaret etmektedir.
George Orwell 1984 kitap özeti kısaca belirtilmek gerekirse
romanın dünyası üç ayrı rejimle yönetilmektedir: Okyanusya, Avrasya ve Doğu
Asya... Sovyetler Birliği’ni andıran Okyanusya, düşünmeden itaat eden ve Büyük Birader adında birine bağlılıkları
olan halkın yaşadığı devlettir. Toplumdaki tüm insanların hareketleri,
düşünceleri ve davranışları izlenmektedir. Bir yeraltı örgütü olan muhalif
özellikteki Kardeşlik ve bu örgütün lideri Goldstein, bu toplumun düşmanı
olarak görülür. Romanın baş karakteri Winston’ın çeşitli olaylara dahil
olmasıyla roman, okuyucuların akıllarında birtakım soru işareti bırakacaktır:
Büyük Birader ve Goldstein gerçekten yaşıyorlar mıdır?
Can Yayınları’yla özdeşleşmiş kitaplardan biri olan 1984, Utku
Lomlu’nun minimalist kapak çalışmasıyla günden güne artan bir okuyucu kitlesi
edinmektedir. Eserin tercümesinde Hayvan Çifliği’nde olduğu gibi yine Celal
Üster yer almaktadır.
Eser, her ne kadar Aldous Huxley’nin Cesur Yeni Dünya adlı
eseri ile birlikte distopik roman alanında en iyi bilinen kitaplar olsa da
distopya türünün yaratıcısı Rus yazar Yevgeni Zamyatin’dir ve yazarın kitabı
“Biz” (1920); 1984’ün, Cesur Yeni Dünya’nın ve Ursula K. Le Guin’in Mülksüzler
adlı eserinin ilham kaynağıdır.
KİTAP YORUMUM:
Merhaba :)
Hayat nasıl gidiyor? Benim üniversite başladı, ilk haftayı
hızlıca devirdik bile. Artık daha çok uyumluyum, daha çok insan tanıyorum,
meslek bilincim oluşmaya başladı. Hatta Türk Hemşireler Derneği Öğrenci
Komisyonu Ankara Üniversitesi temsilciliğine katıldım geçen dönem. Onun bu
yılki ilk yönetim toplantısını gerçekleştirdik. Çok güzel işler yapacağız. İnstagram sayfamızı da takip edebilirsiniz. Özellikle hemşireler takip etmeli :)
Kitaba gelirsek, yorumunu yazarken zorlanacağım sanırım. Böyle
ünlü olmuş ve çok düşünülmesi gereken kitapların yorumunu yazarken
zorlanıyorum. Cesur Yeni Dünya yorumunu da yazmıştım. Onda da öyle oldu.
Kitabın bana hissettirdiklerini ve okurken düşündüğüm şeyleri yazıyorum hepsi
benim görüşüm yani.
Kitapta, baskıcı bir rejim var. Parti denilen bir sistem var,
sürekli çarpıtılan değiştirilen haberler var, her daim izleyen büyük birader
var, özgürlüğün imkansız olduğu bir düzen var, aşık olmanın,
sorgulamanın yasak olduğu bir dünya ve
hatta düşünce suçu bile var.
Parti’nin sloganı:
SAVAŞ BARIŞTIR
ÖZGÜRLÜK KÖLELİKTİR
CAHİLLİK GÜÇTÜR.
Kitabın ana kahramanı Winston. Winston’ın şüpheleri var sistem
hakkında ve bunu saklamaya çalışıyor. Her distopyada olduğu gibi karşı çıkılan
bir sistem bu. Ama başkaldıran çok az. Herkes büyük biraderden korkuyor, onun
her daim izlediğini biliyor. Düşüncede bile karşı çıkmak, en ufak memnuniyetsiz
mimik o kişinin ceza almasına sebebiyet veriyor.
Çocuklar ebeveynlerini bile inceleyip, en ufak şeyde gözünü
kırpmadan şikayet edebiliyorlar. Sonra o kişiler yok ediliyor. Çocukluktan başlayarak
zehirliyorlar yani. Ben bunu okuyunca duygulandım, çok ürkütücü bence.
Yeni söylem diye bir şey var. Artık diller değiştiriliyor,
sadeleştirme yapılıyor. Gereksiz duygusal sözcükler, özgürlükle ilgili
kavramlar, Parti’ye uygun olmayan her türlü kavram siliniyor.
Winston, haberlerin değiştirildiği, verilen emre göre yeniden
yazıldığı bir kısımda görev yapıyor. Yani tarihi her seferinde baştan
yazıyorlar. Büyük Birader ne derse ona göre yapılıyor. O, şu ülkeyle savaştayız
diyorsa öyle, uçakları biz yaptık diyorsa öyle yani. Hepsi onun emrine göre
yeniden düzenlenip yayınlanıyor. Gerçek tarih yok. Ya aslında bizde de haberler
objektif değil bazen. Tarihin gizli veya değiştirilmiş gerçekleri illaki
vardır. Ama kitap bunun çok üst levelı. Çok korkutucu değil mi? Her şey yalan
yani. Her şey tek bir kişinin yönetiminde düzenleniyor. Herkes ona ayak uydurmak
zorunda yoksa buharlaştırılıyor.
Parti’nin iç ve dış kısımları var. İçtekiler daha çok bilgi
sahibi ve kesinlikle sorgulamadan her şeye uyan insanlar. Dıştakiler de Winston
gibi gelip işini yapan sonra kurallara uyup yaşamaya gayret edenler. Bir de
proleterler var. Onlar partinin kurallarına uymak zorunda değil. Onlar da
denetleniyor ama genelde serbestler.
Proleterler dışlanmış insanlar ve fakirler tabi. Sesleri çıkmıyor.
Ama Winston onlar ses çıkarsa, baş kaldırsalar her şeyi değiştirebileceklerini
düşünüyor.
Winston, bu düzeni sevmiyor. Her daim izleniyor olma düşüncesi
onu rahatsız ediyor. Özgürlük istiyor. Baskıcı rejimden kurtulmak istiyor. Sevmek,
zevk alarak bir şeyler yapmak, özgürce dolaşmak istiyor.
Evlerde bile tv deki
kameradan izleniyorlar. Sabah sporlarına kesin katılım yapıyorlar. Zorlandıkları
şeyler var mutlaka.
Herkes olanları görüyor, gerçekleri biliyor. Ama Büyük Birader
ne derse o doğru kabul ediliyor. Böyle bir hayat var. Kişisel haklar kısıtlı. Düşününce
böyle bir dünyada yaşamak istemez kimse. İzlenmek, takip edilmek, düşüncenin ve
mimiklerinin bile suç sayılabildiği bir dünyada yaşamak çok korkunç…
Görev bilinci var. Herkes görevini yerine getirip, partiye
uygun yetiştirilen çocuklar olması için evlenip çocuk yapıyor. Kesinlikle duygusal
ilişki söz konusu değil. Zevk almak da yasak. Her şey görev bilinciyle
yapılmalı. Winston da evlenmiş ama bir süre sonra ayrı yaşamaya başlamışlar. Boşanmaları
yasak ama ayrı yaşayabilirler. Ne değişik bir şey demi?
Daha sonra Winston, Julia diye bir kadınla tanışıyor. Kadın
ona gizlice mesaj iletiyor. Gizli bir bölgede buluşuyorlar. Tanışıyorlar,
seviyorlar birbirlerini. Julia da Winston gibi düşünüyor. Her şeyi tam yapan
kişilerden ama beyninde isyan ediyor. Her şeye tam anlamıyla uyarsam fark
edilmeden istediğimi yapabilirim diye düşünüyor.
İlerleyen zamanlarda
birbirlerini daha çok görmek ve birlikte olmak istiyorlar. Bir ev tutuyorlar
proleterlerin bölgesinde. Her şey düzgün gidiyor gibi görünse de aslında
tepetaklak olmuş bile. Değişiyor hayatları hem de feci yönde…
Sonunu az çok tahmin etmiştim ama aslında çok ters köşe yapmış
yazar. Çok farklıydı, çarpıcıydı.
283.sayfada Winston düşünceden geçenleri, ona engel
olunamayacağını söylüyor. Belleğin denetim altında tutulamayacağını. Oraları okumak
değişik hissettirdi. Üzücüydü. Winston haklı ama karşısındakiler onu anlamadı,
beyinleri tek bir gerçeğe odaklandığı için. Anlamadılar.
Parti, düşmanlarını yani ona karşı çıkan herkesi öldürmez
değiştirmeye çalışır önce. 289.sayfada ise bunun nedenini açıklıyor. Önce kendilerinden
biri yapıp sonra onların özgür iradeleriyle suç işlediklerini kabul edip ölmek
istemelerinden bahsediyor. Her şey şeytanice planlanmış. Karşı çıkan insanları
da fikirlerini de dünyadan siliyorlar.
İnsanları kolayca manipüle ediyorlar, inançlı bireyler
yapıyorlar. Partiye ihanet etmeyen, aklından bile karşı çıktığı bir düşüncenin
geçmediği köleye dönüşmüş insanlar oluşturuyorlar. Belki bazıları karşı çıkmayı
başarıyor, sorguluyor ama yine de sonunda hep aynı şey oluyor Büyük Birader’i
seviyorlar ve Parti’ye asla ters davranmıyorlar…
Kitabın sonu beni çok sarstı. Üzüldüm, etkilendim. Bu insanlar
niye böyle dedim. Hep baskı zulüm kurarak elde ediyor insanlar istediklerini. Tek
hakim kendisi olmak istiyor. Olamazsa da hakimiyet kuran kişinin kölesi olup,
aciz durumdakilere zulmediyor.
Evet dünya böyle. Acı gerçek. Kitapta baskıcı, diktatörlüğün
olduğu, özgürlüğün zerresinin olmadığı, mutluluğun, aşkın, sevginin olmadığı
bir distopya var. Okuyunca sarsılıyor insan. Her okuyan farklı düşünür
hisseder. Tekrar okuduğumda ben de bambaşka şeyler hissederim belki. Gerçek olamaz
bu kadarı da yaşanmaz denilebilir. Ama aslında şöyle bir düşününce biz de az da
olsa öyle bir dünyada değil miyiz?
İnsanlar köle gibi çalışıyor, paranın ve makamın kölesi
oluyor. Aile ilişkileri sarsılıyor. Çocuklar ebeveynlerine saygı duymuyor. Sadakatsizlik
hat safhada. Aşkın ve sevginin kıymeti yok. Herkes yalancı ve çıkar peşinde. Birisi
ne diyorsa araştırmadan ona inanıyoruz ve peşinden ilerliyoruz. Dünya kötüye
gidiyor. İnsanlar kudurmuş.
Haberleri izleyince içimiz bunalıyor. İyi şeyler azaldı. Kötülük
etrafta kol geziyor. Görmezden gelip yaşamak lazım, o kolay. Ama bir yerden
sonra görmezden gelmek zorlaşıyor.
Çevreye uyum sağlamalıyız ama uyum sağlarken benliğimizi
kaybediyoruz. Toplumun kabul ettiği çerçevede yaşıyoruz. Kendi isteklerimiz,
mutluluğumuz baltalanıyor. Karşı çıkmak istesek de çoğumuz bunu yapamıyoruz
çünkü köle olup yaşamak basit geliyor. Düşünmek, sorgulamak ağır…
Kitap çok şey düşündürttü. Sorguladım dediklerimi ve
kelimelere dökemediğim şeyleri. Gerçekler tokat gibi çarpıyor. Eninde sonunda
susup kabullenmek zorunda olmak acıtıyor.Kitabı herkes okumalı ve üstünde düşünmeli bence. filmi de varmış. sonra izlerim.
Keşke diyorum, insanlık daha kötüye gideceğine iyiye gitse. Anlaşmak,
sevmek, yaşamak bu kadar zor olmasa. Sevgiyle yaşasak, kavga gürültü baskı olmadan, diktatörlük, savaşlar olmadan. Çok mu zor? Birbirimizi kabul edip, birey olarak görüp, kişisel hak ve özgürlüklerimize saygı duyarak yaşamak çok mu zor?
Kitap bir distopya, gerçekleşmesi zor, uçuk düzeyde belki. Ama yine
de dediğim gibi abartıları çıkartıp sakin düşününce biz de öyleyiz. Bir şeyi
savunmak, bir şeye inanmak, bir şeyi düşünmek, sorgulamak ağır bir sonuca sebep
olabiliyor bazen.
*ALINTILAR*
Savaşın
asıl yaptığı, yok etmektir; ama ille de insanları yok etmesi gerekmez, insan
emeğinin ürünlerini de yok eder.
***
İnsan,
ardında tek bir iz bile, bir kağıt parçasına karalanmış tek bir adsız sözcük
bile bırakmadıktan sonra, geleceğe nasıl seslenebilirdi? (Sayfa 51)
***
Geçmişi
denetim altında tutan, geleceği de denetim altında tutar; şimdiyi denetim
altında tutan, geçmişi de denetim altında tutar. (Sayfa 59)
***
Savaş
görüleceği gibi, artık tümüyle bir iç sorundur. Eskiden, bütün ülkelerin egemen
kesimleri, ortak çıkarlarını bilerek savaşın yıkıcı gücünü
sınırlandırabilmelerine karşın, birbirleriyle gerçekten savaşırlar ve savaştan
zaferle çıkan her zaman yenik düşeni yağmalardı. Günümüzde ise asla
birbirlerine karşı savaşmamaktadırlar. Savaş her egemen kesim tarafından kendi
uyruklarına karşı verilmektedir ve savaşın amacı toprak ele geçirmek ya da
toprak yitirmeyi önlemek değil, toplum yapısının değişmeden sürmesini
sağlamaktır. (Sayfa 230)
***
Bir
doğru vardı, bir de doğru olmayan; doğruya sarıldığın zaman, tün dünyayı
karşına bile alsan, deli olmuyordun.
(Sayfa 249)
***
İnsan,
sevilmekten çok anlaşılmayı istiyordu belki de. (Sayfa 286)
***
Kimse
devrimi korumak için diktatörlük kurmaz, diktatörlük kurmak için devrim yapar.
(Sayfa 298)
***
İnsan,
kendi belleği dışında hiçbir kayıt olmayınca en belirgin
gerçeği
bile nasıl kanıtlayabilirdi ki?
***
Hiçbir
şeyi kavrayamadıkları için hiçbir zaman akıllarını kaçırmıyorlardı.
***
"Küçük
kurallara uyarsan, büyük kuralları çiğneyebilirdin."
***
Eski
despotluklar, “Şunu yapmayacaksın, bunu yapmayacaksın” diye buyuruyordu.
Totaliterler, “Şöyle yapacaksın, böyle yapacaksın” diye dayatıyorlardı. Biz
ise, insanlara “Sen aslında şusun, aslında şöyle düşünüyorsun, şuna
inanıyorsun” diye bastırıyoruz.
büyük birader seni izliyoooooo :) zor kitap ama önemli yaaa ve güncel de de miiii :) bak bunun filmi var o da iyiii :) sağlam kitaplar okuyore seeen :)
YanıtlaSilevet teşekkürkler böyle klasikleri okumayı seviyorum. bakış açısını genişletiyor.
Silfilmini de izlerim :)
merhaba, paylaşımınız için teşekkürler.uzun zamandır sepete ekleyip sonra başka kitaplar alyorum. Alıp okusam iyi olacak
YanıtlaSilevet artık öne çekin. cesur yeni dünya, 1984, biz, hayvan çiftliği vs. bunlar okunmaya öncelik verilmesi gerekenlerden :))
Silevet öyle maalesef. insanlar zor ya..
YanıtlaSil1984 ü iki defa okudum. Kitapla ilgili günümüze taşıdığınız tespitler çok yerinde olmuş. Tebrikler.
YanıtlaSilteşekkür ederim fikirlerimi anlatabildiğime sevindim :) beğenmenize de .
Sil1984'ü birkaç yıl önce birkaç blogger okuma etkinliği düzenleyip okumuş ve yorumlamıştık. Hepimizi etkileyen bir eser olmuştu. Benim George Orwell sevgimi arttıran bir kitaptı. O günden sonra yazarın bütün kitaplarını okuyacağım demiştim, okumaya çalışıyorum. Paris ve Londra'da Beş Parasız kitabını da çok severim. Okumadıysan öneririm.
YanıtlaSilyazarın okuduğum ilk kitabı buydu. o kitabını da okurum inşallah. ben de sevdim. okuyacağım :))
SilÇok güzel bir kitap yorumu olmuş. 1984 beni çok etkileyen bir kitap olmuştu. Kitap bir distopya, ama gerçek hayatta da kitapta yaşananlar büyük oranda gerçekleşiyor maalesef.
YanıtlaSilteşekkürler. kitap beni de etkiledi bayağı. dediklerinize katılıyorum :)
Sil