Yazar:
Zülfü Livaneli
Yayınevi : Doğan
Kitap
Sayfa Sayısı: 196
Baskı Yılı: 2013
KİTAP TANITIMI:
"Zülfü büyük kapıdan bu
romanıyla girmiştir."
-Yaşar Kemal-
Son Ada'nın adsız anlatıcısı,
adını kendisinin koyduğu bu yeri "son sığınak, son insani köşe"
olarak niteliyor. Anlattığı, nerdeyse bir ütopya: "Herkes elinden geldiği
kadarını, içinden geldiği kadarını yapıyordu." Ancak bu durum uzun sürmez:
Ülkenin darbeci başkanının emekliliğini huzur içinde geçirmek için adaya
yerleşmesi, bu cennet adada yaşayanların huzurunu kaçıracaktır.
Başkan, Son Ada'yı her tür
"anarşi"den kurtarmaya kararlıdır. Adanın halinden hoşnut toplumunu
"çoğunluğun oyları neyi işaret ediyorsa onu yaparak" oluşturduğu
"kurul"lar eliyle yönetmeye, adanın ağaçlıklı yolunu "park ve
bahçe geleneklerine göre düzenlenmiş" bir hale getirerek başlar. Görünüşte
her şey demokratik geleneklere uygundur.
Ütopya tam bir distopyaya
dönüşürken, başta martılar, bu gidişe başkaldıranlar da vardır...
"Livaneli'nin bu
benzersiz yaratıcı romanında, insan yapısı otoriteyle karşı karşıya... Yazar
bizi dünyamız üzerinde yeniden düşünmeye çağırıyor. Mutlaka okunmalı."
-Prof. Lenore Martin, Harvard
Üniversitesi-
"Romanı bitirdiğinizde,
bir yurdu yok eden kişilerin, küçük bir adayı da kolaylıkla yok etmesinin doğal
olduğunu anlıyorsunuz."
-Hasan Akarsu, Cumhuriyet-
(Benim kameramdan)
KİTAP YORUMUM:
Okuduğum en güzel
kitaplar arasına rahatlıkla girer bu kitap. Bu sene okul, dershane yoğunluğu
içindeyken otobüslerde okuyarak bitirdim kitabı.
Son ada, doğa ve
insanın en uyumlu yaşadığı, cennet gibi bir adadır. İnsanlığın son kalesi
misali…
Fakat bir gün
Başkan denilen diktatör ve zalim bir adamın adaya gelmesiyle tüm düzen bozulur.
Demokrasiyi bahane ederek sözde yönetim kuruluyla işe başlar. Önce ağaçların
oluşturduğu doğal gölgelik alanını bozar ve medeni insanların yaşayacağı bir
ortam olması gerekçesini sunar. Park ve bahçeler yapacağına ve adanın medeniyet
etkisinde olacağına inandırır herkesi.
Sözde bu Başkan
rahat ve huzurlu emeklilik yaşamak için şehirden adaya gelmiştir. Şehirdeyken Başkan
darbeci ve zorba bir başkandır ve adaya gelince de bu huzurlu, kimsenin kimseye
karışmadığı, yönetim biçiminin olmadığı adaya sözde kanun ve demokrasi
sözleriyle zorba bir küçük hükümet kurar.
İnsanlar ilk başta karşı çıkar, çünkü onlar kimseye hesap vermeden gönüllerince yaşadıkları bu düzenin bozulmasını istemezler. Zaten çoğu da adaya bu yüzden gelmiştir. Şehrin gürültüsünden, sıkıcılığından, kurallarından kurtulmak için. (keşke gerçekte de böyle mükemmel bir ada ve insanlar olsaydı da gül gibi yaşasaydık doğayla iç içe) Fakat Başkan’ın ikna gücü yüksektir, her zorba yönetici gibi. Yavaşça insanları kendi tarafına çeker, insanlar ona inanır, sözünden çıkmaz.
İnsanlar ilk başta karşı çıkar, çünkü onlar kimseye hesap vermeden gönüllerince yaşadıkları bu düzenin bozulmasını istemezler. Zaten çoğu da adaya bu yüzden gelmiştir. Şehrin gürültüsünden, sıkıcılığından, kurallarından kurtulmak için. (keşke gerçekte de böyle mükemmel bir ada ve insanlar olsaydı da gül gibi yaşasaydık doğayla iç içe) Fakat Başkan’ın ikna gücü yüksektir, her zorba yönetici gibi. Yavaşça insanları kendi tarafına çeker, insanlar ona inanır, sözünden çıkmaz.
Başkan gelmeden
önce adada insanlar kardeş ve aile gibi yaşarlarmış. Herkese ev numarasıyla
hitap edilirmiş. Zaten bu adada toplam 40 tane ev varmış.
Adanın 3 tane koyu
varmış. 2 si insanların koyu, diğeri Adanın ilk sahipleri olan Martılarınmış.
Bu kitabı okuyunca
martıları daha çok sevdim. İnsanlardan daha vicdanlı ve cesurlar. Ailelerini ve
yaşadıkları ortamı korumak için canlarını feda edebilecek kadar fedakarlar.
Bir gün Başkan
Martılara düşman olur ve böylece Martı avını başlatır.
Daha önce
hayvanların, rüzgarın, denizin ve müziğin sesinden başka bir ses yokken şimdi
silah sesleri yankılanır Adada ve bu daha başlangıçtır…
.
Anlatıcının adı
belli değildi. Okuduğum kitaplardan farklı olması burda başlıyor işte.
Harika bir
anlatımı vardı kitabın. Doğaldı, samimiydi.
Başkan a karşı
çıkan ilk kişi anlatıcının arkadaşı Yazar’dı. Sonra Martılar, sonra da anlatıcı
ve sevgilisi Lara.
Okurken çok
duygulandım. Başkanın yaptıkları korkunçtu. Boğazım düğümlendi, ağlayamadım,
ancak kitabı otobüste bitirip de inince yürürken ağlayabilmiştim. Çok iyi
hatırlıyorum. Hala kitabı hatırladıkça ve gördükçe etkisinde kalıyorum.
Sanki tüm
dünyadaki zulümler anlatılmıştı. İnsanların doğa üzerindeki her şeye egemen
olma isteği ve kötülüğü, insanların mazlum insanlara yaptıkları…
Başkandan ölesiye
nefret ettim. Onun gibi insanlar var. Ya ben politikadan siyasetten nefret
ederim. Ama böyle isim vermeden genel siyasetçi davranışını inceden size
anlatan kitaplar olur ya tıpkı Son Ada gibi, işte böyle anlatımlara
bayılıyorum. Başkan çok acımasızdı. İki yüzlüydü. Çıkarcı ve bencildi. Tüm kötülükler
ondaydı. İnsanları manipüle etme yeteneği gelişmiş biriydi. Yaptıklarını okurken
aşırı sinirlendim ve gerildim. Her seferinde onun kazanması, insanlarında eski
mutlu yaşamlarını unutup onun sahte fikirlerine kapılıp gitmesi deli etti beni.
Yazar, naif
düşünceli bir adamdı. Başkan a en başından beri güvenmeyen ve inanmayan
biriydi. Ona çok üzüldüm. Fikirlerini anlatma çabası takdire değerdi.
Martılar harika
varlıklarmış. Daha önce hiç ilgimi çekmemişti. Severdim ama bu kadar değil. O ailelerini
koruma içgüdüleri beni çok etkiledi. Çok zeki varlıklarmış meğer. Başkan ve
adamlarına karşı yaptıkları savunma ve ölme pahasına girdikleri o mücadele
okurken boğazımı düğümleyen şeydi işte. Onlar konuşamayan ama çığlıklarıyla
isyan eden o güzel canlılar…
Lara, en kötü
zamanda bile içindeki umudu yitirmeyen bir kadın.
Bakkalın oğlu var
bir de. Tüm yetişkinlerden daha cesur ve vicdanlı. Herkes onu hor görürken o
kimsenin yapamadığı şeyi yaptı. Kitabın sonunda yaptığı şey dehşete düşmemi
sağladı. Ama o yaptığı hareket doğanın ve hayvanların intikamıydı. Sevindim.
Herkesin okuması
gereken bir kitap. Özellikle politikacılar ve inşaat mühendislerinin.
Kitaptan herkes
farklı ders çıkarabilir. En önemlisi siyasetin çok kirli olması. Siyasetten bir
kez daha nefret ettim :) Siyasete girip de temiz çıkan insanlar bir elin
parmaklarını geçmez. Diğer bir ders de doğayı mahvetmemek. Hayvanları kısıtlamamak,
öldürmemek. Doğa bize verilen en güzel nimetlerden, korumak lazım.
Kitap benim bu
zamana kadar düşünüp üzüldüğüm en önemli iki konuyu ele almış. Sanki Livaneli aklımı
okumuş ve rahatsız olduğum ve cümleye dökmekte zorlandıklarımı kitap yapmıştı. Kitabın
her cümlesi başlı başına bir devrim bana göre. Livaneli insanları insanlara en
güzel şekilde anlatmış.
Ayrıca bu kadar
önemli şeyleri 183 sayfaya sığdırması da ayrı bir başarı bana göre. Çoğu kişinin
sayfalarca sürecek anlatıyı o kısacık kitapta anlatmış, hissettirmiş.
Okurken çok
düşündüm. Her hatırladığımda içim burkuldu, gözlerim doldu. Dünyadaki
zulümlere, doğanın göz göre göre katledilmesine ağladım. Neden bu kadar
kötüyüz? Neden her şey benim olsun, hep benim istediğim olsun diyoruz? Neden
yaşadığımız yerin ve zamanın kıymetini bilmiyoruz?
Kitap bizi
anlatıyordu. Zalim, zorba, her şeye hükmetmek isteyen aciz insanoğlunu. Hiç kimseye
zararı olmayan muhteşem ağaçları ve konuşamadığı halde isyan edebilecek kadar
cesur hayvanları anlatıyordu. Sırf bizim yararımız için var olan cennet gibi
doğayı ve bizim onu her gün yavaşça yok etmemizi anlatıyordu…
Sadece bir tane
Dünyamız var. Onu kirletmeyelim, zarar vermeyelim. Hayvanları hor görmeyelim. İnsanları
kendi kötü amaçlarımız için kullanmayalım. Bencil aç gözlü ve kindar olmayalım.
Bu dünya
hepimizin, değerini bilip aile gibi yaşayalım.
Herkes bunları
yapsa savaşlar, kıtlıklar, hastalıklar olmaz. Herkes önce başkasının iyiliği
için uğraşır. Dünyada barış ve kardeşlik çoğalır.
Ama biliyoruz ki
nankörlük, bencillik insanın doğasında var. İnsan kendi amacı için her şeyi
mahvedecek kadar tehlikeli. En korkunç canavarlar insanlar bana göre. Bu kurduğum
tatlı hayaller insanoğlu olduğu sürece gerçekleşmez. En azından insanların
kötülükleri azalsın, bu bile yeterli…
NOT: Alıntılar harika. mutlaka göz atın :)
KİTAP ALINTILARI
***
“Aslında
bakarsanız biz o zamanlar bunların anlatılmasını da istemiyor ve adamızı bir
sır gibi gizliyorduk. Çünkü giderek deliren dünyamızda böyle bir yerin
varlığının bilinmesi pek işimize gelmiyordu.”
***
“Huzurluyduk, kimse kimsenin işine
karışmıyordu. Onca yaralanmadan, hayal kırıklığından ve derin acıdan sonra
adada edindiğimiz yeni dostlar o kadar yürekten seviyordum ki, buraya '' son
ada'' adını takmıştım,
Evet evet; son
ada, son sığınak, son insanı köşeydi burası.
Tek istediğimiz bu
dinginliğin bozulmamasıydı.” (S:16)
***
“Aslında biz bu
yaşamın güzel olduğunu düşünmüyorduk bile artık; o kadar alışmıştık ki, yaşayıp
gidiyorduk işte. İnsan her gün gördüğü denizin, evinin önündeki kayanın, üstüne
konan martının güzel olduğunu düşünmez.” (S:17)
***
“Kendi sesin! İşte
en önemli şey bu. Senin sesin! Dünyada hiçbir tarza, hiçbir modaya
oturulamayacak kadar senin olan bir üslup. Elin gibi, gözün, bakışın, gülüşün
gibi senden bir parça.” (S:34)
***
"Ülkenin
yıllardır kanadığını, kutuplaştığını, insanların birbirine karşı kamplar
halinde bölünüp kışkırtıldığını biliyorsun, değil mi?" (S:35)
***
"Siyasetle
ilgin olmadığını biliyorum ama yaşadığın dünyaya gözlerini bu kadar kapatmaya
hakkın yok." (S:35)
***
“Her kafadan bir
sesin çıktığı sistemin adı anarşidir!” (Sayfa 46)
***
"Tekrar
insanlar mı olaylara göre değişir, yoksa olaylar mı insana göre oluşur diye
sordum kendi kendime." (S:51)
***
“Hayaller sadece
avunmak, çaresizlik duygumu kisa bir süreliğine dindirmek içindir.” (Sayfa 62)
***
"Hayattan
öğrendiğim bir şey var. Her yerde kötülük çok kuvvetli ve zor yeniliyor. İyilik
daha zayıf kalıyor." (S:66)
***
“Güçlünün tek bir
isteği vardır: daha fazla güç! " (S:72)
***
“Çünkü yazılı
olmayan en büyük kuralımız, kimsenin kimseye karışmamasıydı.” (Sayfa 73)
***
"Halk dediğin
değişken bir şeydir dedi. Bugün böyle davranır, yarın tam tersini yapar. Teşvik
ve tehdide bağlı..." (S:91)
***
"Biz insanlar
evren hakkında düşünürüz, yargılara varırız ama evrenin bizim hakkımızda ne
düşündüğünü hiç merak etmeyiz." (S:97)
***
“İnsan yüreği çok karanlık, çok karmaşık.”
(S:101)
***
"Anne
pelikan, yavrularının açlık çektiğini görürse, kendi etinden parça kopararak
onları besler." (S:102)
***
“Bu dünyada iyiler
ve kötüler vardı. Kimin neye göre iyi ya da kötü olduğunu bilmiyordum ama
açıktı işte. . .” (Sayfa 107)
***
"İnsanoğlunun
yaşadığı her kötü deneyim çakralarını kapatıyor, bu da negatif bir enerji
yayılmasına sebep oluyordu. Kötülüğün sebebi buydu işte." (S:110)
***
“Bir yerde kötülük
varsa, oradaki herkes biraz suçludur.” (S:111)
***
“Eskiden beri
insanları hayvanlara benzetme huyum vardi... insanlarin benzedikleri
hayvanların karakterini aldığını düşünürüm.”(Sayfa 118)
***
“Çünkü korku
duygusu geçiciydi.insan bir gün korkar, ertesi gün unutur, hayatın
ayrıntılarına dalar ve kahkahalarla gülebilirdi.” (Sayfa 119)
***
"İnsanoğlu ne
garip diye düşündüm, en ummadığın kişide neler var." (S:131)
***
'' ekolojik
dengeyle oynamak her zaman felaket getirir!''(Sayfa 145)
***
"Kelimeleri
güzelleştirerek ya da şiddetlendirerek, güzel tasvirlerle insan hallerini
anlatmaya kalkma. Sen eylemi anlat, gerisini okur kafasında tamamlasın.
Aristo'da böyle demişti." (S:165)
***
“Ah unutulmuşluk,
terk edilmişlik... Ah yalnızlık! Meğer ne değerli kavramlarmış bunlar. O dingin
hayatlarımız için ne kadar gerekliymiş.”
***
“Ne yaparsan yap
ama insanların rüyalarını çalmaya kalkma. Bir umuda bağlanmak isteyen
insanlara, bunun yapan olduğunu söyleme, kimseyi gerçekçi olmaya çağırma. Çünkü
bunalan insanların, yalan bile olsa bir umuda sığınma ihtiyaçları, gerçeği
söyleyenlerden nefret etmesine yol açıyor. Aradan bir süre geçip haklı çıksan
bile bir şey ifade etmiyor bu. Çünkü o zamana kadar başlangıçtaki koşulları
unutmuş oluyorlar!”
***
-Bu adanın asıl
sahibi martılardır. Bizden binlerce yıl önce gelmişler buraya!
-Ama onlar vahşi.
Hiç vahşiden ada sahibi olur mu?
-Onlar vahşi de
siz medeni misiniz?
***
Martılar ise karşı
koydukları ve uzlaşmadıkları için kazanmıştı.
Bu durumda boyun
eğen insan soyunun mu, yoksa başkaldıran martıların mı daha akıllı olduğu
sorusu sorulmalı, değil mi?
***
Şimdi buradayız
işte. İşlediğimiz günahın kefaretini ödüyoruz. Bir adam tarafından kandırılmaya
izin vermiş, onun peşine körü körüne takılmış olmamızın kefaretini; başkaldıran
insan tanımını unutma, bencillik, öngörüsüzlük, vurdumduymazlık, diktatöre
boyun eğme, küçük hırslarımıza kapılma günahlarının kefaretini. Gündelik
yaşamımız içinde küçük boyun eğişlerimizden oluşan küçük günahların hikâyesi
bu.
***
“Öfke ve isyan
yüklü bir çığlıktı bu, dünyanın bütün haksızlıklarına bütün zulümlerine karşı
atılmış müthiş bir çığlık.”
***
“Sevgili dostum,
bir gün Voltaire'in kitabında, İstanbul'daki bahçıvanın, huzur arayan Candide'e
verdiği, "Bahçeni yetiştir!" öğüdünü örnek göstererek, "Hikâyeni
anlat!" demiştin bana, hatırlıyor musun?
"Sadece
Hikayeni anlat!"
Bende öyle yaptım.
Son Ada'yı
yitirişimizin hikâyesini anlattım.”
***
-AMARİL-
Merak ettim.Okunacaklar listeme ekliyorum.
YanıtlaSilSevgiler
Mutlaka okuyun 😊☺
SilEkledim gitti :))
YanıtlaSil😊☺☺😀
SilZülfü Livaneli'nin kitaplarını ayrı seviyorum ben. Emeğinize sağlık:)
YanıtlaSilEvet bende ya. Hep farklı meselelere farklı hayatlara değiniyor ☺ Teşekkürler
Silhımm çok sevmişsin. okumadım. annemin en sevdiği yazar :)
YanıtlaSilÇoook sevdim Deep sende oku mutlaka ☺ Ayrı bir tadı var o kitabın. Annenin kitap zevki de güzelmiş 😀😁
SilBu kitaba başladım ama okuyamadım. Baktım çok üzüleceğim, bıraktım. Zaten gündelik yaşamda yeterince kötü hissediyorum etrafıma baktıkça. Kendimi daha iyi hissettiğim bir zaman okuyacağım.
YanıtlaSilEvet bazı zamanlar kötü hissedince insan okuduğunun etkisiyle daha da fenalaşıyor. Gercekten de bazı kitapları okumanın zamanı var :) ama okuyunca dünyaya daha farklı bakacağınıza emin olabilirsiniz 😊
Sil